Cuma, Şubat 27, 2009




İşteee bu da ben :p evde güneş gözlüğüyle çektiğim can sıkıntısı fotosü :p

Hayırlı Cumalar :p

Dün evde geçen bomboş bir günden sonra bugün hayatıma biraz renk gelecek sanırım. İş yerinde tanışıp sonradan çok yakın arkadaş olduğumuz Yiğit'le buluşacağım. Muhtemelen kahve içmeye gideriz. Sonra da erkek arkadaşımın işyerinden yeni baba olan bir arkadaşının çocuğu için hediye almaya gideceğim. Hatta akşama da arkadaşlarımız gelecek.
Öeeh... Bir sürü iş yapmam gerek ne zaman yetiştireyim bilemedim. Yukarıdaki yatak odasını düzenlemem, çamaşırları asmam, mutfağı toplamam, yerleri silmem ve yemek yapmam lazım. Eveeeet, iyice ev kadını formatında yaşadığıma göre artık hepsinin altından kalkabilirim.
Bu arada bugün güzel bir haber aldım. Nisan'da özel bir üniversitede ders vermeye başlayabilirim. Sanırım günü çekilir kılan bu :p

Perşembe, Şubat 26, 2009

Migren...3. Gün

Lodostan sanırım... 3 gündür migrenle uğraşıyorum. Güneşe bakamaz, ışığa katlanamaz halde mide bulantısı ve kafamdaki zonklamayla konuşmakta bile zorlanıyorum. Bugün kendimi biraz daha iyi hissettim ve bişeyler yazmam gerek dedim.
Dün markete gitmek dışında bir şey yapmadım. Tabi bir arkadaşım için yaptığım rock kulübü logosunu saymazsak.
Perdeleri ve ışıkları da kapadım. Sigaraya mola verdim...İlaç almadım çünkü bu aralar çok sık başım ağrımaya başladı. Her seferinde ilaç alırsam gerçekten çok ağır gelecek.
Aslında neşeliyim. Size 'what the fuck is that glam rock' temalı yazımı yazacaktım. Dün üzerinde bayağı düşündüm. Erkek arkadaşım sürekli 80'ler rock müziği dinliyor... Her türlüsünü... Bende seviyorum ama her zaman dinleyebileceğim bir tür olmadığını düşünüyorum. Hele ki minimal, elektronik ve indie dinleyen bir ben için bir yerden sonra kabusa dönüşebilir. Yine de yaşasın seksenler ve seksenlerin herşeyi...

Zaten o müzikler olmasaydı indie mindie olmazdı. Bununda farkında olduğumu belirteyim.

hebehübe

Salı, Şubat 24, 2009

Yorucu bir günün ardından

Bugün inanılmaz yoruldum. İş-Kur tam bir rezaletti. Bir ton sıra bekledik, sonra kaydımı alan adam önce orta okul mezunu mu olduğumu sonra da Kazakistan Puşkin Üniversitesi'nden mezun olup olmadığımı sordu. Şaşırdım tabi, ama sonradan bir devlet dairesinde olduğumun farkına vararak sakince cevapladım soruları...
Sonra eve gitmek için yola koyuldum. Şişli'den Kadıköy'e... Uzun zamandır o saatlerde dışarıda olmadığım için biraz tuhaf geldi açıkçası ve bir sürü de tuhaf olay oldu...
Öncelikle Kadıköy otobüsünü beklerken bir takım kokoş teyzelere yol tarif ettim. Sonra otobüs geldi ve ne salaklıksa en öne oturdum. Köprüye yaklaştıkça araç tıklım tıklım olmuştu... Önden binen herkes 'Üç kişi kaldı beyler hadi biraz daha ilerleyelim...' Tabi ondan önce arkamda oturan kızı bastonuyla dürttükten sonra 'Kulaklığı da dakmış gulağına hiç bişey duymuyo, ben yaşlıyım ters oturunca başım dönüyo' diyen adamla 'Beeaan Boğaziçi'nde okudum tımaam mıığ? Psikoloğum ben' diyen hatunu da atlamamak gerek. Otobüse binen 20 kişiden sonra hala dışarda kalan üç kişiyi içeri alma sevdalısı bir delikanlı arkaya doğru bağırdı, 'Abiler ilerleyin bak orda yer var biliyorum' arkadan cevap geçikmedi, ' Yanımdakinin üstüne mi çıkayım lan? On dakika sonra bir daha otobüs gelecek ona binsinler...'
Zar zor Kadıköy'e vardım ve stresimi atmak amaçlı olarak markete(?!) girdim. Alışverişimi yaptım ve kasada sıramı beklerken önümdeki kadından şöyle bir ses duydum, 'Fişimi kaybettim, fişimi gören var mı? Fişim olmazsa ben ne aldığımı nereden bileceğim?' Be kadın almışsın alacaklarını, hem de getirdiğin pazar arabasına koymuşsun. Peki ne diye ne aldığımı nereden bileceğim diyorsun... Kasiyer yapabileceği bişey olmadığını söyledi ama kadın pek oralı olmadı. Orada tam çıkış kapısının önünde 1.80'lik boyu, ona eş değer neredeyse kare olan vücudu, küt ve simsiyah saçları, ayrıca siyah trençkotu, siyah pantolonu ve kırmızı rujuyla öylece dikiliyordu. Sonunda aslında herşeyin bir oyun olabileceğini düşündüren bir şey söyledi; Ben bütün aldıklarımı iade etmek istiyorum ve sonra yeniden almak istiyorum.

Bundan sonrası için bir şey demeye gerek yok. Nerede yaşıyorum ben acaba?

Gecenin bir yarısı

Uyuyamadım... Gündüz elektriklerin kesildiği vakit uyuduğum için şimdi ayaktayım... Ne soğuk bir gece. Karnım acıktı ve donuyorum... Ayrıca susadım da... Bütün boş zamanlarımda ki artık pek çoklar, blogumla ilgili şeyler kafamı kurcalıyor. Ne yazsam, ne söylesem, komiklik yapsam mı?
Yarın eski iş arkadaşlarımla buluşup İş-Kur'a gideceğiz. İşsizlik maaşı ve iş başvuruları için. Bana şans dileyin de evden yapabileceğim güzel illustrasyon ve graik işleri çıksın karşıma...
Tek istediğim şey, artık yaşını ve başını almak üzere olan biri olarak, düzenli bir hayat. Bunun içinde sanırım gerçekten çok fazla fedakarlık, sabır ve emek gerekiyor...

...ama yapabilirim, biliyorum...

Pazartesi, Şubat 23, 2009

akşam oldu

Ne nasıl demeden akşam oldu. O arada ben bütün gün ne yaptım sayayım. Öncelikle ilk yazımı yazdım ve kendimi internet gazetelerinin kollarına bıraktım. Sarmadı... Çünkü alışmışım bir kere kağıda monitörden haber okumak bana göre değil imiş. Sonra ise biraz diğer bloglara baktım, bir kaç blog izleyeyim dedim ama beceremedim. DeviantArt'da ki sayfama biraz çeki düzen verdim.
Tüm bunlar bittiğinde saat sanırım daha yeni 12 oluyordu...
Zaten bütün gün yağan yağmur içimi sıkmışken bir de elektirkler kesildi. Bende yapacak bişey bulamadım ve uyudum :D Evet uyudum ve uyandığımda hava kararmıştı. Allahım ilk işsiz günüm bu şekilde uyuyarak geçti. Gerçi sonradan uyanıp karnıbahar yemeği yapmayı ihmal etmedim. Hala pişiyor...
Evde tüm gün yalnız olmak biraz sıkıcı... Hele ki bizim gibi her gün 50 kişiyle aynı ofiste, 1000 kişiyle aynı plazada çalışan, öğlen yemeklerinde alışveriş merkezlerinin food court'larında 2000 kişiyle yemek yiyen ve bu keşmekeşten yaratıcı bişeyler çıkaran için daha da sıkıcı.
Neyse uzun yazılar okunmuyor bloglarda bunu anladım fazla yazmıyorum o yüzden... Yoksa aklımda bir sürü şey var.

işsiz ilk gün

Bugün sabah aceleyle uyanıp, uyuşuk bir halde giyinip, saçımı başımı toplayıp servisin gelmesini beklemedim. Geçen hafta çarşamba günü çalıştığım günlük gazetenin sahibi geldi ve tüm çalışanları toplantı odasına çağırdı. Artık devam edemeyeceğimizi, krizin aslında teğet geçmeyip tam olarak göğsümüze saplandığını ve deneyebileceği tüm yolları denediğini fakat başarılı olamadığını söyledi.
Gazetenin adını yaşatmak istediğini ve bunun için çok çalışıp yeniden baskıya geçeceğimiz günlerden falan bahsetti. Tabi biz hiç birine inanmadık, çünkü ertesi gün tüm eşyalar çöp kovaları dahil apar topar satıldı ve çıkış belgelerimizi imzaladık. Amerikan dizilerindeki gibi masamızdaki özel eşyalarımızı da birer kutuya koyduk ve Hababam Sınıfı'nın okul sahibi artık okulu döndüremediği için kapanmak zorunda kaldığında dersi ormanda işledikleri bölümü gibi 'bizde gazeteyi parkta falan yapalım' geyikleriyle plazayı terkettik.
Hafta sonu bitti. Bugün pazartesi... Puff, bugün öğlene kadar uyurum diyordum, ama işe gitmek için kalktığım saatten iki saat önce uyandım... Yedi de... Tamam, belki bir çok insan için yedi kalkmak için ideal bir saat ama ben dokuz'da uyanıyordum ve istediğim kadar geç yatıyordum.
Evde bütün gün tek başıma ne yapacağım bilmiyorum henüz. Evden yapabileceğim bir kaç iş bulup yaşamaya çalışacağım. Grafikerim bu arada... Freelance işiniz olursa yardımcı olurum :p