Pazartesi, Mart 30, 2009

---

Bir de illustrasyon işi olmadı... Bu demek oluyor ki, daha çoook aç kalıp kendi ayakkabımızı yiyeceğiz... Yaptığım örnekleri de göstereyim size bir de erkek arkadaşım bana bir web site girişi yaptı... Pek de güzel oldu... Ellerine sağlık seegilim... Buradan bakabilirsiniz.




Migren ne kötü bir şey

Dün gece akşam sularında boynumdan yukarı doğru başlayan kasılmalar ve hafifçe başımı saran sızıya çok aşinayım, fakat her seferinde bu geçici olacak uyursam geçer gibi bir yanılgıya kapılıp kendimi engel tanımaz bir savaşçı gibi parlak ışık ve seslerin ortasına atıyorum.
Migren
- Baş ağrınız aniden ortaya çıkıyorsa
- Geçmiyorsa
- Çift görmenize neden oluyor, halsizliğinizi artırıyor veya duyu kaybına neden oluyorsa
- 50 yaşından sonra ortaya çıkmışsa
- Başınıza aldığınız bir darbe veya kaza sonrası ortaya çıkmışsa
- Boynunuzda sertlik veya ateş şeklinde kendini gösteriyorsa
- Alışmadığınız bir durum yaratıyorsa
- Şu ana kadar başınızın hiç böyle ağrımadığını düşünüyorsanız

yukarıda sayılan bu belirtilerden çoğuna sahipseniz ve başınız ağrıdığı süre içerisinde ışıktan, bir çok kokudan, seslerden rahatsız oluyorsanız ve bunlar baş ağrınızı artırıyorsa. Ayrıca uyuyamıyor ve mide bulantısı, kusma gibi reaksiyonlarda gösteriyorsanız, büyük ihtimalle migren sahibisiniz ve acilen tedavi olmanız gerek...

Bu kadar tıbbi bilgiden sonra, benim günümü gecemi mahveden ve senelerce bu şekilde çalıştığımı da düşünürsek (ki bilenler bilir, ofiste güneş gözlüğüyle dolaşan ya da kafasına sımsıkı sardığı atkı, fular gibi birşeyle çalışmaya çalışan birilerini mutlaka görmüşsünüzdür. İşte onlar migrenliler...) dün geceden beri kolumu kaldıramaz halde güçsüz ve bitkin halde yatıyorum. Sanırım 3 gündür kahve içmediğim için oluyor bunlar ama tam da emin değilim... Sabah biraz kendimi toplayıp sürünerek eczaneye gittim. Sapsarı suratım, mosmor gözlerimle bir keşten farksız gülümseyen yaşlı ama genç görünmeye çalışan eczacısıyla, içerisinin ispirto gibi koktuğu eczaneye girdim.
-- Ohooo hoşgeldiniiiiiz (kocaman bir gülümseme) buyrun...
-- Apranax alıcam... Apranax forte
-- Başka bir arzunuz?
Bu arada yanımda dikilen adam sürekli olarak orada duran kahve ile ilgili konuşuyordu.
-- Bu kahve mi?
-- Evet
-- Ne işi var eczanede kahvenin? Tıbbi bir amacı mı var bunun?
-- Yok, diyet kahve bu... Kahve ama, kahvenin verdiği zararları vermiyor vücuda...
-- Yine de işi yok azizim bu kahvenin eczanede, oldu olacak, servisinide yapın. Masa falan koyun şuralara...
-- Ahhahahahaa... Giyim mağazalarında bebek maması satıyorlarsa bende kahve satarım arkadaş...

Tüm bu konuşmalar yapılırken, ayakta zor duran, ispirto kokusu, kahve muhabbeti, açlık ve baş ağrımla birlikte orada buharlaşıp uçmayı hayal eden ben kafamı kendi omzuma yaslamış halde orada dikiliyordum . Eczacı ilacımı poşede koyarken 10'luk muydu 20'lik mi diye sordu. 20'lik olsun dedim. 20'lik verin... Eve doğru yürürken, bir simit aldım. Güneş önüme geçtiğinde elimle gözlerimi sıkıca kapadım, arabaların bana yol vermesini beklemeden koşarak caddelerden karşıya geçtim. Üçüncü kattaki evime, her katta nefes nefese bir halde ve kafam zonklar bir şekilde nefes almayı durdurmaya çalışarak, mola vererek ulaştım. Eve girer girmez bir parça simit yedim ve iki tane ilacı yuttum.

Ağrım biraz dindi... Ama kafam hala karıncalanıyor ve uyuşuk. Kendimi çok mu dinliyorum acaba? Spastik kolon ve migren hastasıyım... Yoksa hastalık hastası mıyım? Yani bir düşünün, iki hastalık da dünya da en çok acı veren hastalıklar listesine top 10'dan giriyorlar. Hadi bakalım. Acı eşiklerinizi yükseltin kızlar!! Hayatınız daha çekilmez de olabilirdi...


Ekşi Sözlük'ten güzel bir kaç tanım: kafada yer alan damarlara haddinden az veya çok kan dolması durumu ve damarların aritmik bir şekılde genişleyip daralmasıyla oluşan iğrenç ağrı. bu istemsiz peristaltik saçmalık yine beyinden salgılananan seratonin (mutluluk)hormonu salgılama bozukluğuyla özdeşleştiriliyor.yani stres mutsuzluk uykusuzluk durumunda ağrıya davetiye çıkıyor.
- en hizli ve yaratici intihar planlarini akla getiren tedavisiz hastalik
- bazı sigara ve içki içilen ortamlara gittiğimde (fiks menü eğlence yeri) ertesi gün %70 başıma gelen şey.

başlatan faktörler arasında bazı cins alkollü içkiler (örn: kırmızı şarap ve viski), aspartam (diet kola), pasif sigara dumanı ve kafeinsiz kalmak (kahve tiryakilerinin bir süre kahve almaması) sayılmıştır.
ilk belirtilerden hemen sonra aspirin almak faydalıdır (bazı ağrı kesiciler ters tepki verirler. damar açıcılar alınmamalıdır zira diğer baş ağrılarının aksine baş damarları büzülmemektedir)
- basagrısı; gorme bozuklugu; bulantı, kusma; ısıga, sese ve/ve ya kokuya karşı aşırı duyarlılık gibi belirtiler gosteren cekilmez hastalik.. aura migrenin baslamakta oldugunu gosteren isaretlerin goruldugu safadir, hasta agriyi onceden farkedip ilac alirsa nobet daha dayanilir bir sekilde atlatılabilir. en cok rastlanan 3 migren tipi klasik (aura ile gorulen migren- migren hastalarinin yaklasık %10 unda gorulur), aurasız migren (%80) ve menstruel migren(adet donemlerinde gorulen migren)dir. bunlarin disinda nadir rastlanan cok sayida migren tipi vardir.

Cuma, Mart 27, 2009

Gaviscon ve kahve bağımlısıyım

Evde geçen günlerim arkadaş ziyaretleri, bir takım yeni yemek denemeleri ve illüstrasyonlarla devam ediyor. Üzerinde çalıştığım ve sunuma gönderdiğim bir okul öncesi kitabı için çizimler yaptım. Hepsi de şirin oldular... Dinozorlarım, tırtıllarım, 8 tane çocuğum ve ben hep birlikte çok mutlu olacağız.
Hava bugün çok güzel; açık ve güneşli... Akşama arkadaşlarım gelecek ve belki dışarı çıkacağız. Ne kadar da özledim gürültüyü ve kalabalığı... Bazen sıkıntıdan ölmek üzere gibi hissediyorum. Günde içtiğim kahvenin haddi hesabı da yok... Büyük çay fincanlarında en az iki adet şekerli türk kahvesi. Ne büyük acımasızlık aslında. Mideme ve selülitlerime... Her yudumda daha da yanan mideme, limonlu krema tadında gaviscon çiğneme tabletleri yetişiyor. Bir fincan kahve iki tablet gaviscon. Çiğne, çiğne.. İlk zamanlar çok kötü geliyordu tadı ve ağzında giderek büyüyen, köpüren, çiğnedikçe yapay şekerin tadını taa derinlerde hissettiren hayat kurtarıcıları. Kahveye olan bağımlılığım yüzünden alışmak zorunda kaldığım bir kimyasal. Bağımlılığın derecesini siz düşünün artık...
Seçim otobüsleri de canıma tak etti... Bayraklar, flamalar, binalara giydirilmiş dev başkan adayları... Kocamanız biz, en büyüğüz... Büyük düşündük hizmeti seçtik gibi bir sloganı var bir tanesinin. Zaten belediyesin sen hizmet için başa geliyorsun. Şehrin, ilçenin ne bileyim belediye olmuş her yerleşim biriminin bir çok ihtiyacına cevap vermek için varsın. Büyük düşünüp temel görevin olan hizmeti seçersen zaten baştan hezimete uğrarsın... Bir diğeri de hip-hop gençliğinden de oy toplamaya çalışan 'fark var' ekibi. İyi ile kötü arasında da kocaman bir fark var tabii ki... 'Kadıköylülerin Selami var' çok samimi herşeye rağmen. Bu seçimde yapılan propagandalar arasından samimiyetiyle sıyrılmış. Yine dev bir Selami Vardar el sallıyor. Selam söyler gibi. Kadıköy'ün zaten uzun yıllardır belediye başkanı olan 'Kadıköylülerin Selami' bizim sokağı cillop gibi yaptı. Sadece az ilerimizde olan Kurbağalı Dere hala 'Boklu Dere' adıyla anılıyor, çünkü hala oradan geçerken bok gibi kokuyor. Onun dışında belediyemiz kötüdür diyemem.
Başka da öyle dikkatimi cezbeden bir kampanya olmadı şahsen. Zaten pencereden bakınca ne görüyorsam o...
Scarlett'in azgınlık dönemi bitti. Bu sefer ucuz atlattık. İşsizlik maaşımı bu ay sonu alacağım sanırım. Baharda yavaştan geliyor. Bence gelmese daha iyi ya! Sıcağı sevmem hiç... Yine de serin bahar rüzgarını severim bir de çiçek kokularının saçlarımdan savrulup uçmasını. Eskişehir'den bisikletimi de getirdiğim vakit çok daha mutlu olacağım, Fenerbahçe Parkı'nda bisiklet şenlikleri düzenlemeyi düşünüyorum tek başıma. Katılmayı düşünen varsa beklerim.

Cumartesi, Mart 21, 2009

Bizim kedi konuşmaya başladı

Bir süredir bir şey yazamadım. Evimizin sevgili kedisi Scarlett sağolsun Bedia'nın getirdiği çiçekleri koyduğumuz vazoyu devirdi ve klavye, fare ve tabletim sular altında kaldı... Tablet ve fare bu afetten sağ kurtulurken, klavye önemli tuşların kaybıyla sanırım bir süre dinlenecek. Bende diğer bilgisayardan bildiriyorum.
Evde bir yandan gaz odasında (buradan dilediğiniz manayı çıkarabilirsiniz) otururken diğer yandan da Spastik Kolon denen illetle baş etmeye çalşıyorum. Sanırım hala işsiz olduğumdan bedenim bu işleyişe cevaben biraz kasıyor. Ekran kartı ve ana kart uyuşmazlığına benzetebiliriz bu durumu, yani tüm gün gördüğüm şey ev, çıkmaz sokak, merdivenler ve kedi... Önceden böyle değildi kalabalığa alışığım ben. Sanırım o yüzden biraz gerildim. Efendim, spastik kolon denen nane aslında camiada grafiker hastalığı olarak bilinir ve vücudun biraz oturmaktan, biraz stresten, biraz da düzensiz beslenmeden kaynaklanan serzenişidir aslında. Gazetede çalışırken bunun haberini yapmıştım. Dünyada soğuk algınlığından sonra ikinci işe gidememe nedeniymiş ve bu hastalığa sahip insanların yaşam kalitesinin böbrek hastalarıyla aynı olduğu saptanmış. Günlerce şiş bir karınla iki büklüm ve sancılar içinde gezdiğinizi düşünün. Hoş bir durum değil.
İşsiz olmanın iyi taraflarını bulmaya çalışıyorum. Aklıma; açlıktan ölmek, kendimi ev sahibi tarafından kira ve aidatların ödenmemesi yüzünden sokakta bulmak, belediyeye gidip yardım istemek ya da Eskişehir'e geri dönüp babamla oturup İz TV izlemek gibi şeyler geliyor. Gerçi son madde oldukça etkileyici, annem yemek yapar, kardeşim kombinin derecesini biraz daha açar (malum Eskişehir'in ayazı çok meşhur), bizde babamla portakal soyup belgesel izleriz. Yine de böyle boş durmayı sevmiyorum. Bütün gün belgesel izlesemde sevmiyorum. Eklemlerim birbirine geçiyor. Kamburum çıktı ve spastik kolonum beni havalandıracak kadar şişirdi. Bir de üstüne pms sendromları eklenince al sana cinayet sebebi... Bence dünyadaki kadın katillerin cinayeti işledikleri zamanki halet-i ruhiyelerine bakılsa hepsinin de pms döneminde oldukları görülecektir.
Neyse ki bugün Yiğit'le Tarık aradı da gidip orta çağ ve Hogward Cadılık ve Büyücülük Okulu usülü döşenmiş adını bilmediğim kafede oturup iki çay içtik, sohbet ettik. (Kadıköy'de Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin sokağında iki katlı içi tamamen yeni fakat antika görünümlü eşyalar ve duvarlarında envayi çeşit tablolarla süslü karanlık bir kafe, ama gündüzleri üst kat çok güzel ışık alıyor tavandaki kocaman buzlu cam pencere yüzünden)
Bir de geçen gece yine sabaha kadar uyumadığım bir vakitte sıkıntı ve bıkkınlıkla çalıştığım bir eseri sunmak isterim.
Başlıkla ilgili birşey yazmadığımı da farkettim. Scarlett'in azma sınırındaki depresif ve histerik tavırları, ayrıca tuvaletinin kapısının nasıl olduğunu anlayamadığım ve günlerdir yukarı çıkmadığım için de bilemediğim kapanışı ve bu yüzden sürekli olarak yatak odamdaki tüylü halıya kakasını yapması ve son olarak ev kıyafetlerimin üzerine işemesiyle suçu benim üzerime atıp beni cezalandırışı fena halde canımı sıktı. Birde sanki hiç birşey yapmamış gibi gelip kendini sevdirmeye çalışıyor. Ayrıca onun da bir dili olduğunu keşfettim bütün gün aynı evde olunca...Fakat henüz anlamlarını çözemedim. En az 4-5 farklı miyavlama metodu var...

Neyse yaptığım çalışma aşağıda ve çok gereksiz öööeeeeh

Çarşamba, Mart 11, 2009

monica ve ev kadınları

Ev kadınlığının verdiği ağır yük altında eziliyoruz. Biz ev kadınları çok yoruluyoruz... Şaka yaptım... Çalışırken hep evde olduğum, evimle ilgilendiğim ve rahatça dinlenebildiğim anların hayalleriyle yaşardım, şu anda ise evde oturmak patlamış durumdayım. Dün deli gibi yağan yağmura aldırmadan kendimi dışarı attım ve yoğurtçu parkı civarında üç beş tur atıp esnaf ahalisinin 'acaba neyin peşinde' bakışları altında civardaki 10 süper marketten birinin içine sızmayı başardım. Bu muhitte oturduğum sekiz aydan bu yana yoğurtçu parkı'nın içine girmemiştim. Aslında girmek için yanlış bir günmüş çünkü yağmurdan her yerde minik göletler oluşmuştu. Markette ise tam bir insan karmaşası vardı. Geneli kibar, süslü, yaşlı teyzelerden oluşan bir kaç gençten insan, bir travesti, bir ingiliz ve saçlarını çakmaktaşlardaki çakıl gibi toplamış sepeti kolunda bir ben. Kriz nedeniyle oluşan ve tüm ülkeyi saran indirim dalgası marketleri kalabalık yapıyor fakat herkesin herşeye ulaşabilmesi iyi bir şey bence. Bende işsiz ve parasını idareli kullanmak zorunda olan biri olarak her reyonu dikkatlice gözlemleyip üzerinde kocaman renkli harflerle yazılmış İNDİRİM etiketi olan her ürünü tek tek inceledim ve ihtiyacım olan şeyleri bu ürünlerden almaya gayret ettim. Karlı da çıktım. Sonra eve gelince evdeki malzemelerden uydurma bir yemek yapmaya gelmişti sıra ve işte sonucunda inanılmaz bir lezzet yakaladığım soslu hindi tarifimi sizinle paylaşmak isterim :D Öncelikle kullanmanız gereken hindinin göğüs kısmı olmalı. Etleri küçük küpler halinde doğradım, bir lokmalık gibi düşünebilirsiniz. Sonra derin kaba aldığım etlerin üzerine; bir kahve fincanı sıvı yağ, çok fazla olmayacak kadar soya sosu ( evde soya sosu vardı ama olmayan için şimdi artık bütün marketlerde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz), kekik, pul biber ve karabiber, iki diş ince kıyılmış sarımsak ve birazcık da mayonez koyup ağzı kapalı olarak bir saat kadar buzdolabında beklettim. Böylece etler güzelce marine oldu ve suyunu salıp çekene kadar pişirdim. Hindi etinin tadı tavuğa göre biraz daha saman gibi bence onu tatlandırmak için böyle bir yöntem çok mantıklı ayrıca biraz da sert fakat marine ettiğinizde yumuşacık oluyor.
Ne yaptım bilmiyorum ama sanırım tam olarak burada bir yemek tarifi verdim. Bir daha olmayacak :D Onun için bu tarif biraz daha önem kazanıyor gözümde. Bugünü evime ayırıp biraz düzenleyip toparlamak istiyorum. Ayrıca dün büyük emeklerle yaptığım ve gerçekten hayran olduğum italyan güzeli monica belluci'nin portresini de sizlerde paylaşmak istiyorum. Oh be!

Pazartesi, Mart 09, 2009

hanzel ve gretel

gretel ormanın en zengin kabak tarlası sahıbısıydı. hanzeli çok sever, ona sık sık hedaye alırdı. hanzel en çok pırlantayı severdi. orman balolarında hep pırlantalarını takar, tavşanlara ve yeşil gözlü boz ayıya hava atardı. bir gün imi-kimi isimli tosbağa kardeşler muhabbet ede ede gretelin kabak tarlasına kadar geldiler. önlerine gelen her şeyi yiyolladı. şişko ama sevimliydiler. muhabbete daldıkları içürü yidikleri kabakların, gretelin kabakları olduğunu fark etmediler. gün batarke, bi tane bilem kabak kalmamıştı koca tarlada. gretelin rezervleri bitmiş tükenmişti. o artıkın iflas etmiş bi greteldi. başlarına gelen bu felakete rağmen hala zenginlerdi. çünkülüm hanzelin pırlantaları bir ömür geçindirmeye yeterdi onları. ama hanzel pırlantaları gretelden sakladı ve bulamasın diye hepsini yidi. imi-kimi ise ne gadana pişman olsalar dahi yine hızlarını alamadılar ve ormanı yiyerek ülkenin çölleşmesine yol açtılar...

Teyze anne yarısıdır




Evde tek başıma otururken bir yandan da Corel Painter'i çözmeye çalışıyorum. Bir kaç deneme sonrasında çok güzel bir çizgi yakaladım ve böyle devam etmek istiyorum. Yukarıdaki boyamada gördüğünüz güzeller güzeli anne ve bebeği, benim kardeşim ve onun oğlu Aras. Maşallah diyorum. Onları çizmekten büyük keyif aldım. Ayrıca onlarda görüp beğensinler diye maillerine attım :D

Cuma, Mart 06, 2009

Sevgili sevgilim ve Buluğ çağı

Mektuplara öyle başlanır ya sevgili arkadaşım, sevgili anneciğim, babacığım, sevgili bilmem ne... Bir keresinde ilkokuldayken bir arkadaşım konuşma yapmak için tahtaya kalkmıştı. Saygılı ve Sevgili arkadaşlarım diye konuya girdi ki hepimiz deli gibi gülmeye başladık. 'Sevgili dedi vooaaa' gibi sesler yükseldi sınıftan. Çünkü sene 1989-1991 arası hepimiz daha tek rakamlı yaşlarımızdayız ve hiç kimsenin henüz bir sevgilisi olmamış. Bir nümayiş bir heyecan. Kızcağız 'Sizi seviyor olamaz mıyım?' deyip yerine oturmuştu... O zamanlar pek düşünmedik tabi sevgilinin anlamını. Sevgiyle bakılanın, sevgiyle düşünülenin ne bileyim sevgi hissettiğin her hangi bir şeyinde sevgili olabileceğini düşünmedik. Sonradan düşünen var mı bilemiyorum ama ben düşündüm.

Bir de sevgili günlük vardı bende bundan sonraki yazılarıma böyle başlayayım ya da durun, pek de günü gününe yazmadığım için 'Sevgili dünlük' diyebilirim, ama o da sevgili düdük gibi oluyor. Evet blogumu seviyorum ama ona bunu her defasında belirtmeliyim bilemedim.

Evde günlerim nsılda sıkıcı geçiyor anlayın, taa ilkokul anılarımı hatırlıyorum. Düşünecek epey zamanım var. Bari başlamışken bir küçük anımı daha anlatayım da tam olsun. Sene sanırım yine 90'ların başı ve ben sıcak bir Eskişehir yazında Köprübaşı'ndan Sakarya Caddesi'ndeki evime doğru yürüyorum. Orta okul zamanlarım ve malum ergenliğe giriş, buluğ çağı. Kafam aşırı derecede dağınık. Eskişehir'in meşhur pastanelerinden birine girdim. Altı Kardeşler Pastanesi... Dondurmalara bakıyorum, meyveli dondurma pek sevmezdim o zamanlar illa ki kakaolu olacak. Kararımı verdim ve dondurma tezgahının arkasındaki adama şöyle dedim;
-- 2 top kıymalı dondurma alabilir miyim?
-- Efendim?? dedi adam
-- Kıymalı kıymalııı, dedim sanki adam anlamıyormuş gibi bilmiş bilmiş... Neyseki dondurmacı amca beni bozmadı ve 'küçükhanım aklınız karıştı galiba' dedi. Bir an durdum, ne yapacağımı bilemedim. Aklımdan bir sürü şey geçti. Koşarak kaçmak, bayılma taklidi yapmak, olduğum yere çömelmek ya da aaa kıymalı dondurma yaptılar haberiniz yok mu diyerek teşekkür edip ayrılmak. Tüm bunları düşünürken suratımdaki aptal sırıtma ile 'E eveet, şey kakaolu dondurma istiyorum' diyebildim ve dondurmamı alıp çıktım oradan. Girmez olaydım... Hala Eskişehir'e gittiğimde Altı Kardeşler'in önünden geçerken kafamı başka tarafa çeviririm. Çünkü o amca hala orada, dondurma tezgahının arkasında duruyor...

Perşembe, Mart 05, 2009

bahçedeki ağaçlar tomurcuklanmış




Dün gece hiç uyumadım... Sabaha kadar birşeyler çizdim ama değdiğini düşünüyorum. İşsizlik mefhumunu bir işe dönüştürme çabası içinde geçen günlerden sonra en sonunda hayatımın sonuna kadar yapabileceğim şeyi buldum. Yukarıda görmüş olduğunuz bu iş (hatta iş bu yukarıda gördüğünüz çalışma :p) tüm gece yaptığım ince bir çalışmanın ürünü olarak karşımızda duruyor. Emek verilmiş ve üstünde düşünülmüş bir eser. ehehe

Sabah gün aydınlanıpta insanlar ve arabalar yollara dökülünce şehirde bir canlılık oluşur ya, işte o canlılıktan önce sadece kuş sesleri vardı, ama öyle sıradan herkesin bildiği kuşlar değil. Belli ki farklı bir kuş türü bu, çünkü ötüşü aynı tarla kuşuna benziyor. Ayrıca arka bahçede de bir kaç ağaç sessizliklerini bozup yeşil kafalarını yalancı bahara uzatmış durumdalar. Onları uyarmaya çalıştım, sanırım pek işe yaramadı. Aşağıya doğru fısıldadım; Ağaç kardeş, ağaç kardeeeş, güneşe aldanma gelip geçer bu günler, sonra yine soğuk gelir, dedim. Her sene aynı tufaya düşüyorsunuz, dedim. Bir o yana bir bu yana sallandılar, mutlu gözüküyorlardı çok da fazla ellemedim.


İtalya'da tarla kuşlarını hiç durmamacasına öttürmek için ateşle kıpkızıl kızartılmış toplu iğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü yakarlar. İki gözü kör olan tarla kuşunu bir kafese koyarlar. Mavi, açık, duru göklere özgürce uçmaya alışkın kuş, ilk önce gözlerini örttüğünu sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla parçalamaya başlar ve zavallı, kendini bir kat daha yaralar. Karanlığın gözüne yapışan bir paçavra, is ya da kurum değil, bir zindan gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar. çırpınır, çırpınır, her kanat vuruşu katı kafese çarpar, acır, acır!.. Kara gece aşılmaz bir kara duvardır. Uçucu kanatlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur, öter öter. gecenin öte tarafında gönlünün gününü güneşini, nur alemini yaratır. Yine o mavi göklerine çıkar, ta altında ufuklara kadar ıssızlaşan yeryüzüne pırıl pırıl pullar gibi renk renk cıvıltısını döker, döker allah esirgesin duramaz; çünkü durunca karanlık, ökseci kuşçunun kara parmak ve avuçları gibi varlığını kavramaya koyulur. öter, öter yaradılışa bütün canını, gönül cömertliğiyle harıl harıl döktükten sonra, boynu bükük. Şu dar-ı dünyaya kör gözleri açık, aramızdan şükranla ayrılır. o da en kısa tanımıyla iyi insana benzer. aldığı kadarını, hatta aldığından çoğunu dünyaya verir.
...

(Mavi Sürgün'den)

Çarşamba, Mart 04, 2009

Güneşli Şubat insanı hasta edebilir

Bakkal Sofu abinin dükkanında istediğim herşeyi bulabiliyorum, fakat bu sefer sadece ekmek ve sigara almak için gittim. Sofu abi o kadar renkli bir adam ki... Gömlekleri bile kırmızı, pembe gibi renklerde. Ayrıca kendisi iyi de bir şair. Aslında ona da bir blog kuracağız ama önce bir takım planları varmış. Bekliyoruz.
Bir şeyi farkettim, evlerde bizim gibi yaşıyorlar. Aslında bunu farketmek için çok geç olduğunu da farkettim. Her gün toparlasan ertesi gün anlamsız bir şekilde çalışma masası kendini savuruyor. Evet dağınık bir çalışma masam var. Mizacı öyle, onu olduğu gibi kabul ediyorum... Şimdi de kısacık bir hikaye: Istanbullu Akbük Paşa;

İnce, uzun bacakları, bembeyaz kıvırcık saçları ve inci gibi dişleriyle tam bir Istanbul beyefendisiydi. yıllarca Istanbul I. tahakkuk bölge levazımında müdürlük yaptıktan sonra Yegavir Paşa'nın yaveri olmuştu. Padişahla sık sık buluşup istişare eder, birlikte peşrev çeker, kürdili hicazkar makamından girer, nihavent makamından çıkarlar, musıki denizinde necm-i cihan ederlerdi. Ahlakı ve akl-ı selim oluşuyla ve sesinin kuvvetiyle tanınır, ününden şöhretinden Cadde-ül Bostanda bile gönül rahatlığıyla gezemezdi. Potini, üniforması, başında fesiyle tersane yolunda yürümeye başladı mı Istanbul'un paşa kızlarından bir ordu peşine takılır, Aşiyan'a kadar mendil atıp mani yakarak gönlünü çelmeye çalışırlardı. Lakin onun kalbini dağlayan yegane dilber, medrese yıllarında maşuk olduğu Bedide idi. Bedide, Cedide Paşa'nın ve Badire sultanın biricik kerimeleri idi. Sarayın tam karşısındaki konakta ikamet ederlerdi. Konak denize nazır, 142 odalı bir sırça köşktü. Bedide yıllar önce dadısı arap bacıyla deniz kıyısındaki gülistanlı bahçede fütursuzca zıplayarak ip atlarken denize düşerek boğulup öleli beri delikanlının gönlünü kazanan olmamıştı. Bir ara "dadısıdır, teselli verir" diyerek arap bacıyla bir tensel münasebet yaşamak istediyse de arap bacıyı çıplak görünce tez oradan uzaklaşmıştı. Humayunda geçirdiği zor yıllarsa saçmalık salatasıydı...

Salı, Mart 03, 2009

Eski komik yazılar ve geri dönüş

Evde oturmuş, temizlik mi yapsam yoksa şu bir kaç gündür beklettiğim ve illüstre etmek zorunda olduğum adayı mı çizsem derken iç sene öncesinden garip yazılar buldum. Çok güldüm okurken ve paylaşmak istedim ilkini yazıyorum ve gerisi gelecek diyorum...

bitli enginar salatası

 
malzemeler: bit, un,pudra şekeri, engin.
 
engin isimli, perişan ve paspal bir genci iki gece önce ısla. bitleri gencin saçlarına ve bikini bölgesine sepele. una bulayıp gencin kendi yağında pembeleşinceye kadar kızart. marul yapraklarıynan servis et. afiyet olsun.
not: yidikten sonra ağzını pudra şekeriynen bula ve de çarşıya çık, işini neyin hallet.

marine edilmiş kuşkonmazlı böğürtlen
 
malzemeler:
kuşkonmaz, böğürtlen, marine.
 
kuşkonmazı sirkeylen yıka, şekere batır. ayrı bir kaba  bir önceki gün yidiğin yoğurtlu ıspanağı böğürerek kus. marineyi yak (kuzineyi yak da diyebiliriz). şekerli kuşkonmazın üzerine sarımsaklı yoğurt dök ve yala. karışımı topla, kızarmış ekmek dilimlerinin üstüne dök. afiyet olsun.
tercihen, kızarmış ekmek kadayıfının üzerine sürülerek de servis edilebilir.

Pazartesi, Mart 02, 2009

haftasonu ve rüyalar

Çok kalabalık geçen bir haftasonunun ardından bu sabah uyanabilmek için bir hayli çaba sarfettim. Cuma gecesi gelen misafirler, cumartesi günü onlara katılanlar pazar sabahına kadar oynanan frp ve maksimum yorgunluk. Bu uykusuz ya da uyku saatleri biraz şaşmış günler içinde çok eğlendim fakat çok da yoruldum.
İş arkadaşlarımızla bir süredir oynadığımız frp inanılmaz derecede heyecanlı bir hal aldı. Karakterim ölümden döndü ama şu anda iyi ve sağlıklı şükür :p
Rüyamda ise Ersel'in bizim kediyi yıkamaya çalıştığını gördüm önce. Kış günü neden yıkıyosun, hasta olacak dedim. Gel de yardım et diye bağırdı... bu ilk rüyamdı..
Sonrası biraz karışık, eski işyerimdeyim, ama gazeteyi reyonlarda yapıyoruz. Yani bildiğiniz market reyonlarında gazete yapmaya çalışan insanlar var mekanda. Sonra birden her şey bitti gibi birşey söyleniyor. Bakıyoruz ki herkes reyonları yağmalamaya başlıyor. Ben ve bir kaç kişi hiç bir şeye dokunmadan gidiyoruz. Son bir kez bilgisayarıma baktığımı hatırlıyorum... Sonra uzun bir koridordan ilerlerken arkama dönüyorum ve orada yuvarlak ama küçücük bir ağacın, bir çınar ağacı olabilir, alevler içinde kaldığını ve yandığını görüyorum. Nasıl olsa söner diyerek ilerlemeye devam ediyorum.

Rüyamın çözümlemesine hiç girmeyeceğim. O yüzden okuyan anladığını anlatabilir.