Çarşamba, Nisan 15, 2009

siyahlar ve beyazlar

Babamın biz küçükken anlattığı bir hikayeye göre çok önceleri hepimiz siyahmışız. Kahverengi derili yani... Sonra bir göl varmış ve o gölde yıkananlar beyaz olarak çıkıyormuş sudan. Dünyadaki bütün insanlar o göle gelmiş ve yıkanmaya başlamışlar. Zamanla su azalıp yok olmaya başlamış ve en sonunda geriye bir su birikintisi kalmış. Kalan insanlarda sadece avuçlarını ve ayak tabanlarını suya değdirebilmişler.

Çocuklarınıza barış ve kardeşliği doğru yollarla öğretmeniz dileğiyle...

Cuma, Nisan 10, 2009

içinden nehir geçen şehir

Ruh halimin giderek çöküşünü hayretle izliyorum. Uzun zamandır bu kadar boş kalmamıştı ellerim... Sürekli bir şeyler yetiştirmeye çalışan, durmadan hareket eden ellerim. Oysa ben içinden nehir geçen bir şehirde büyüdüm. En sıcak havada yanında serinlerdik, soğuk havalarda üzerinde yürürdük. Yani anlatmak istediğim, ne zaman kötü hissetsek o suyun yanına gidip biraz akışına bırakırdık herşeyi. Suyla birlikte...
Aslında nehirde değildi sadece kafiyeli oluyor diye öyle dedim. Büyüdüğüm şehrin içinden Porsuk Çayı geçiyor. İçinden çay geçen şehir deyince gözümün önüne Porsuk'un üzerine konmuş ve yavaşça akıp giden bir tepsinin içindeki beş tane çay bardağı geliyor gözümün önüne. Gümüş takımlar içinde, pırıl pırıl... Neden beş tane olduğunu ise bilmiyorum.
İnsan yalnızlığa alışınca sessizliğe falan kendine bir dünya yaratıyor. Sevdiklerinden ve sevmediklerin oluşan. Sevdiklerini bir yana ayırıyor, sevmediklerini atmaya kıyamıyor. Biraz da korkuyor galiba, atarsa uğursuzluk gelir diye. İkinci el bir hayat. Anlayan anlar. Bir başkasının yaşadıkları üzerinde yaşamak. Yeni bir şeyler ekleyemeden. Böyle zamanlarda sonsuza kadar bu şekilde sürecek gibi geliyor bana ama kendimi öyle zamanlarda bırakıyorum sert bir rüzgara. Çünkü rüzgar bana yeni bir yön veriyor. Şimdi bu rüzgarın yönümü belirlemesini bekliyorum, çünkü yorgunluğumu üzerimden atıp pusulasız ve beni itecek bir güç olmadan çabalayacak gücü kendimde bulamıyorum.
Dün akşam geç saatlere kadar salak gibi etkili korku filmleri aradım. Gerçekten korkutacak ve içimdeki o sönük heyecanı tetikleyecek. İnternette gezerken bir korku sitesine rastladım. Bir çok korku filmi, kitaplar ve seri katiller hakkında bir çok bilgi vardı. Seri katillerin hayatlarını okumayı severim. Bana bir insanın neler yapabileceğini görme firsatı verir. Bir adam eline hiç silah almadan ve aslında hiç kimseyi kendisi öldürmemiş olmasına rağmen hala hapiste yatıyor. Charlie Manson'dan bahsediyorum, müritlerini oluşturmuş ve şeytana karşı savaşırken kendisini unutmuş bir adam. Rosemary's Baby filminden sonra 'Manson Family' denen müritler, filmin yönetmeni Roman Polansky'nin evinde hamile karısı ve dört arkadaşını öldürmüş. Sonradan Rosemary's Baby'nin aslında lanetli bir film olduğu gibi rivayetler ortaya çıkmış ve Polansky'nin karısı ve diğer ölümler bu lanete bağlanmış. (Bu arada şarkıcı Marliyn Manson soyadını Charlie Manson'dan alır, adını da Marliyn Monroe'dan çünkü biri saf kötülüğü ve caniliği, diğeri de güzelliği ve masumiyeti temsil eder. Pop kültürünün unutulmaz bir ikonu olarak kalacaktır sanıyorum ki...)
Bir diğer seri katil yine bir çok filmle bağlantısı olan ve en meşhur seri katillerden Ed Gein... Kuzuların Sessizliği'ni izleyenler hatırlar, Ajan Starling'in daha öğrenciyken atandığı bir seri katil davasında katilin bıraktığı izlerden ve Doktor Hannibal Lecter'la yaptığı tutkulu ve hafiften aşk kokan seanslardan sonra katili yakaladıklarında, adamın kaçırdığı tombul kızları önce zayıflatıp derilerinin sarkmasını sağladığı, sonra da onları öldürerek derilerini yüzdüğünü ve o derilerden de kendine bir kadın derisi ya da kıyafeti yapmak istediğini ortaya çıkarmıştı. Filmde katil dengesiz bir eşcinseldi...
Ed Gein ise aşırı dindar annesi tarafından günahlar ile korkutularak büyümüş ve insanların arasından çıkarılıp bir çiftlikte babası, kardeşi ve otoriter annesinin baskısı altında büyümüştür. Babası öldükten sonra erkek kardeşini öldürmüş ve annesini de odasına kapatarak kapısına tahtalar çakarak hapsetmiş. Sonrasında yaşları yine annesinin yaşına yakın 50-60 yaş arası kadınları kaçırıp öldürerek derilerinden kendine bir maske (Zaten Gein'e 'Leatherface' yani Derisurat deniyor) yapmış. Hatta evinde insan derisi ile kaplı bir duvar, sandalye ve yine deriden yapılmış giysiler bulunmuş...
Tüm bunları okuyunca korktum... Kendimden korktum, insanlığımdan korktum. Allahtan ülkemizde bir tane seri katilimiz varmış da, o da şimdi Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Ağır Şizofren'ler koğuşunda yatıyormuş. 'Çivici Katil'. Onu da araştırdım, o kadar korktum yani düşünün... Adam 'Çivi görünce dayanamıyorum, çakmak istiyorum' demiştir ve bir çok kişiyi kafalarına ve gözlerine çivi çakarak öldürmüştür...

Cuma, Nisan 03, 2009

kendinizi baharın kollarına bırakın

Bahar geldi, güneş ve nisan yağmurları bir arada kardeş kardeş geçinirken ben evimin en kuytu odasında oturuyorum. Scarlet sanki onu boğazlıyormuşum gibi bağırıyor azgınlıktan ve bekliyorum alt kattaki albay amca ne zaman gelecek bize çıkışmaya gene. Geçenlerde tam aşağı inerken biraz sinirli bir şekilde kapıyı açıp 'siz taşındığınızdan beri 2'den 3'ten aşağı uyuyamıyorum' diye söylenmişti. Bir de evde terlik giymemize takmış 'pabuş mu giyiyorsunuz ne giyiyorsunuz artık kafamız şişiyor' demişti. O gün bugün yerleri mermer, fayans ve parke kaplı evimizde ayak uçlarımıza basarak terliksiz yürüyoruz. Tuhaf tabi...

Baharda geldi artık sanırım, ama sürekli dua ediyorum biraz daha serin olsun diye havalar. Çünkü henüz yaz sıcağına hazır değilim :) Bugünde Tüccarbaşı'na gidiyorum kahvaltıya işsiz gençlik vaktini kahvaltılarda arkadaş toplantılarında geçiriyor. Senelerdi yaşayamadığımız şu baharı bir de biz yaşayalım yahu...

Ayrıca bu gece Eskişehir'e gidiyoruz erkek arkadaşımla, ailemle tanışacak en sonunda... Bize şans dileyin...